Episodes

Tuesday Jan 17, 2023
Ebul Vefa (Tac-ül Arifin) Hazretleri 2. Bölüm
Tuesday Jan 17, 2023
Tuesday Jan 17, 2023
Evliyanın büyüklerinden. Künyesi Ebü’l-Vefâ, ismi Muhammed bin Muhammed bin Muhammed bin Zeyd bin Hasen el-Ârif bin Zeyd bin İmâm-ı Zeynel’âbidîn bin İmâm-ı Hüseyn bin Aliyy-ül-Murtezâ bin Ebî Tâlib’dir (radıyallahü anh). Lakabı Tâc-ül-ârifîn olup, Kakis diye de anılır.
Seyyid Ebü’l-Vefâ 1026 (H. 417) senesi Receb ayının on ikinci günü Irak’ın Kuşende mevkiinde dünyâya geldi. Seyyid Ebü’l-Vefâ, keramet ve hârikada asrının reisiydi. Zamanının bir çok âlimleri ondan istifâde etti ve feyz aldı. Binlerce talebesi vardı. 1107 (H. 501) senesi Rebî’ül-âhir ayının yirminci günü, seksen dört yaşında vefat etti. Cenazesini Adiyy bin Müsâfir yıkadı, kefenledi ve defnetti.
Seyyid Ebü’l-Vefâ hazretlerinin babası Seyyid Muhammed Arizî, zamanının büyük evliyasından olup, menkıbeleri ve kerametleri çok idi. Yaşadığı beldenin hâkimi, seyyidlere çok eziyet vermeye başlayınca, orayı terk ederek Benî Nercis kabilesinin bulunduğu köye yerleşti. Burada yaşayan insanlar, dînî bakımdan çok zayıf idiler. Seyyid Muhammed Arîzî, akşam, yatsı ve sabah ezanlarını okuyarak, namaz kıldı. Ezan sesini duyan oradaki halkın, cenâb-ı Hakk’ın izniyle, kalbleri yumuşadı ve hepsi namaz kılmaya başladılar. Oranın halkı Seyyid Muhammed Arîzî hazretlerini göndermiyerek, köylerine yerleşmesini sağladılar. Beni Nercis kabilesinin reisi Ömer bin Şirküve bin Ebî Ammâr Naci’nin Fâtıma isimli bir kızı vardı. Seyyid Muhammed Arîzî bununla evlendi.
Seyyid Muhammed Arîzî, vefatı ânında bulunduğu beldenin halkını çağırarak; “Doğru yoldan ayrılmayın. Size gösterdiğim yol üzere olun ve bu yolda ilerleyin” diye vasiyette bulundu. Hanımına ise; “Yâ hâtûn! Erkek bir çocuk dünyâya getirsen gerek. Bu çocuk, büyüyünce yüce bir zât olur. Çok kerametleri görülür ve pek çok kimselere doğru yolu gösterir ve kerametlerinin bâzıları daha doğmadan görülür. Bunları bilesin ve bundan gafil olmayasın” diye vasiyet etti. Vefatından sonra, o beldenin halkı oradan göç ettiler. Bu göç esnasında, yolları bir bostan kenarından geçti. Kafileden bir kaç kişi, bostandan izinsiz kavun aldılar. Kesip kervandakilere dağıttılar. Bir parça da Seyyid Ebü’l-Vefâ’nın annesine verdiler. Annesi, o kavunun, sahibinden izinsiz alındığından habersiz olduğu için, verilen parçayı yedi. O kavun parçasını yedikten sonra, hemen karnında bir ağrı vâki oldu ve yediklerini çıkarmak için istifra etti. Bu durum kabilenin ileri gelenlerine anlatılınca, Seyyid Muhammed Arîzî hazretlerinin söylediği, doğum öncesi kerametlerinin görüldüğünü anladılar. Ebü’l-Vefâ hazretleri babasının vefatından iki ay sonra doğdu. Daha bebek iken, oruç tutmaya başladı. Gündüzleri annesinden süt emmez, geceleri emerdi.
Kendisine Ebü’l-Vefâ denilmesinin sebebi şöyle anlatılır: Ebü’l-Vefâ daha on yaşında iken, Şenbekî hazretleri onun vasıflarını işitip, görmek istedi. Seyyid Ebü’l-Vefâ hazretleri çoğunlukla tenhâ yerlere gider, buralarda Allahü teâlâya ibâdet ederdi. Şenbekî hazretleri, sık ağaçların bulunduğu ormanlık bir yerde onu ibâdet ederken buldu. Yanında, bir köpekle arslan birbirleriyle oynuyorlardı. Şenbekî hazretleri, Ebü’l-Vefâ’nın arkasından yanına vararak selâm verdi. Ebü’l-Vefâ hazretleri selâmı aldıktan sonra, Şenbekî hazretleri; “Sana bir suâlim vardı. Şimdi iki oldu” dedi. Ebü’l-Vefâ; “Buyur, kaç suâl sorarsan sor” deyince, Şenbekî hazretleri; “Arslanla köpek yaradılış itibariyle birbirine düşman birer hayvandırlar. Hâl böyle iken, nasıl oluyor da senin köpeğinle bu arslan oynuyor, bunun sebebi nedir?” diye sordu. Seyyid Ebü’l-Vefâ hazretleri; “Allahü teâlâ kudret ve inayeti ile kalbimi temizlediğinden beri, köpeğimle bu arslan dost ve arkadaş oldu” dedi. Şenbekî hazretleri; “İkinci suâlim ise, herkesin bir derecesi vardır. Sana selâm verdim. Selâmımı iade ederken niçin ayağa kalkıp, bana doğru dönüp de selâmımı öyle iade etmedin?” diye sorunca, Ebü’l-Vefâ hazretleri; “Yâ Şenbekî! Bu hususta Allahü teâlâ meâlen şöyle buyuruyor: “Evlere kapılarından gelin ve Allah’tan korkun ki, kurtulasınız” (Bekara sûresi: 189). Eğer sen karşımdan gelse idin, senin selâmını iade ederken ayağa kalkardım. Fakat sen, âdet olanın aksini yaparak arkamdan geldin. Ben de senin bu hareketinin karşılğmda, ayağa kalkmadan selâmını aldım” diye cevâb verdi.
Daha sonra Ebü’l-Vefâ hazretlerinin evine beraber gelip, bir süre sohbet ettiler. Sonra, Şenbekî hazretleri; “Ey Muhammed! Sende nihayetsiz bir nur müşahede ettim ve başının üzerinde Hak teâlânın nurundan bir alem gördüm ki, kıyamete kadar senin evlâdının kerametleri zahir olup, dillerde söylense gerektir. Sana bu müjdeyi vermeye ve talebeliğime davete geldim” dedi. Ebü’l-Vefâ hazretleri de; “Annemden izin alıp öyle gelevim” dedi. Bir süre sonra annesinden izin alarak, Şenbekî hazretlerinin yanına gitmek için yola çıktı. Yolda, bütün hayvanlar ona selâm verirdi. Huzuruna vardığında Şenbekî hazretleri; “Merhaba Ebü’l-Vefâ’ya! Ahdine vefa eyledi, sözünde durdu” dedi. Bunun üzerine ona, Ebü’l-Vefâ künyesi verildi.
Ebü’l-Vefâ hazretleri, hocasının izniyle Buhârâ’ya gitti. Orada zahirî ilimlerin hepsini tahsîl etti. Bu esnada nesebi hakkında kimseye bir şey söylemedi. Tahsilini tamamladıktan sonra, memleketine dönmek isteyince, arkadaşları ona; “Zahirî ilimlerin hepsini öğrendin. Memleketine gitmek istiyorsun. Buna şükran olmak için, bizlere bir ziyafet çekmen gerekmez mi?” dediler. Bunun üzerine; “İstediğinizi memnuniyetle yerine getirmek isterim. Fakat fakîrim, bu isteğinizi yerine getiremiyeceğim için üzgünüm” dedi. Arkadaşları; “Bu özrünü kabul etmeyiz, biz ziyafet isteriz” dediler. Bunun üzerine çaresiz, tekliflerini kabul etmek zorunda kaldı. Fakat ne yapacağını bilemiyordu. Ziyafet verecek parası yoktu. Bir süre düşündükten sonra, Buhara melikine yitmeye karar verdi. Melikin yanına varınca ona; “Ben İmâm-ı Ali’nin evlâdlarındanım. Buhârâ’ya ilim öğrenmek için gelmiştim. Tahsilimi tamamladım. Ve memleketime dönmek istedim. Arkadaşlarım, gitmeden önce kendilerine ziyafet vermemi istediler. Fakîr olduğumdan onlara ziyafet vermeye gücüm yetmiyor, bana yardımcı olmanı istiyorum. Bu yardımın şüphesiz ind-i ilâhîde boşa gitmez” dedi. Buhara meliki bu sözlere değer vermedi ve; “Burada Seyyid çok olur. Senin İmâm-ı Ali hazretlerinin torunu olduğun ne malûm?” dedi. Bu duruma çok üzülen Ebü’l-Vefâ, melikin huzurundan çok müteessir olarak çıktı. O gece melik rüyasında kıyamet kopmuş gördü. O sırada kendisi, anlatılamıyacak derecede susamıştı. Peygamber efendimiz, Kevser havuzunun başında bölük bölük gelen ümmetine su dağıtmakta idi. Buhara meliki kevser şarâbından içmek için havuzun başına vardı ve; “Yâ Resûlallah! Ben de senin ümmetindenim, bana da Kevser şarâbından ihsan eyle. Çok susuzum” dedi. Peygamber efendimiz de; “Burada bana ümmetinim diyen çok olur. Fakat bana gerçek ümmet olanlar bildirilir” buyurdular. Melik; “Yâ Resûlallah! Ben de gerçek ümmetindenim” deyince, Resûl-i ekrem; “Benim neslimden Ebü’l-Vefâ, kendisini sana bildirdiği zaman, sen ona îtimâd etmedin. Bana gerçek ümmet olan, benim neslime hakaret nazarıyla bakar mı?” buyurdu. O sırada melik uykusundan uyandı. O kadar korktu ki, hemen adamlarını sağa sola göndererek, Ebü’l-Vefâ hazretlerini aramalarını emretti. Fakat Ebü’l-Vefâ hazretlerini hiç bir yerde bulamadılar. Bunun üzerine kendisi, Ebü’l-Vefâ hazretlerini bulmak için yola düştü. Onun arkasından yetişip tövbe etti ve önüne kırk yük mal koydu. Sonra fakirlere sadaka dağıttı.
Daha sonra, Tâc-ül-ârifîn Ebü’l-Vefâ hazretleri, Kalmine’ye geldi ve orada yerleşti. Burada halka hakîkî müslümanlığı anlatmaya ve talebe yetiştirmeye başladı.
Ebü’l-Vefâ hazretleri şöyle anlatır: “İlim öğretmekle meşgul olduğum sırada, bir gece rüyamda Peygamber efendimizi gördüm. Rüyada Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem, bana dönerek; “Yâ Ebe’l-Vefâ! Sana yedi yâren verdik. Kim bunlara ihlâs ve sıdk ile riyasız muhabbet besler ve mürîd olursa, kıyamet gününde benim bayrağım altında haşrolunur. Benim evlâdım olan seyyidlere kim hürmet ederse, aynen bana hürmet etmiş olur. Bana hürmet eden, Allahü teâlâya hürmet etmiştir. Allahü teâlâya hürmet eden, Cennet’i kazanmıştır. Benim evlâdıma kim hürmet etmezse, bana hürmet etmemiş olur. Bana hürmet etmiyen, Allahü teâlâya hürmet etmemiştir. Allahü teâlâya hürmet etmeyenin yeri ise Cehennem’dir.
Ey Ebü’l-Vefâ! Sana ve yârenlerine vasiyetim olsun. Kıyamete kadar kimseyle kavga ve anlaşmazlık çıkarmayın. Çünkü kavga ve anlaşmazlık karışan silsilenin nesli helak olur. Ey Ebü’l-Vefâ! Benim sünnetimi yerine getirip bu yedi yâreninin eteğine yapışan saadete ulaşır. Bunlardan uzaklaşan, benden uzaklaşmış olur” buyurdu. Ben bu ahde sâdık kalacağımı söyledim ve yedi zâtı da cânu gönülden yârenliğe kabul ettim. Peygamber efendimiz dua ettiler. Kapı çalınmasıyla uyandım.
Kapıyı açınca, o yedi zâtı gördüm ve onları içeriye davet ederek yemek yedirdim ve; “Gelmenizin sebebi nedir?” diye sordum. Onlar da; “Rüyamızda Peygamber efendimizi gördük. Bize; “Tâc-ül-ârifîn Seyyid Ebü’l-Vefâ sizin zahiren ve bâtınen atanız oldu. Ona gidin” buyurdu” dediler. Ben de onlara gördüğüm rüyayı anlattım. Onlar zahiren de bana bî’at ettiler.” Seyyid Ebü’l-Vefâ hazretleri bir müddet Bağdâd’a gelip halîfe Kâim biemrillah’a nasîhatte bulundu.
Seyyid Ebü’l-Vefâ hazretleri buyurdu ki: “Az yiyip, az uyuyun. Çok tefekkür edin. Geceyi ibâdetle geçirin! Çok yemek, insanı uyuşuk yapar. Uyuşuk olan gafil, gafil olan da mahzun olur. Bu ise insanı felâkete götürür.”
“Takva bir ağaçtır. Bu ağacın kökü Peygamber efendimizdir. Budakları Sahabe ve Tâbiîndir. Meyvesi ise sâlih ameldir.”
“Nerede olursanız olun, ne yaparsanız yapın, Allahü teâlâ sizi görür. Onun için, yasaklanan yerlerde değil, emredilen yerlerde bulunun.”
“Talebenin dikkat etmesi gereken ve kendine lâzım olan şeyler şunlardır: 1) Kalbini ve niyetini kötülüklerden temizlemek, 2) Farz ve sünnetleri yerine getirmeye çok hırslı olmak, 3) Bid’atlerden ve fitnelerden uzak bulunmak, 4) Tevazu ehli olmak, 5) Devamlı iyi düşüncelerle meşgul olmak, 6) Yimeye, içmeye ve giyime çok dikkat etmek, 7) Dînin hudûdlarından bir zerre bile dışarı çıkmamak, 8) Ahdine vefa etmek, asla yalan söylememek, 9) Kendini beğenmişlerden olmamak, 10) İbâdet ve tâatinden dolayı gururlanmamak.”
“Vaktini boş yere harcayan kimse câhildir.”
“Dünyâya aşırı düşkün, mağrûr ve fitneci kimselerle dostluk kurup onların bulunduğu yerlere gitmeyin. Bunlarla birlikte olanın gideceği yer Cehennem’dir.”
NURDAN TAÇ!..
Ebü’l-Vefâ’ya Tâc-ül-ârifîn lakabımı verilmesi şöyle anlatılır: Seyyid Ebü’l-Vefa hazretleri ile hocası, bir gün inzivâya çekildiler. Üç gün kimse ili görüşmeden sohbet ettiler. Dördüncü güı hocası; “Yâ Ebe’l-Vefâ! Her yıl bu gece bütün ricâl-i gayb ehli, falan yerdeki sah rada hazır bulunurlar. Orada Peygambe efendimiz de onlarla beraber olur. Şayet o gecenin mânevi feyzlerindet nasibini almak istersen, bu gece ora da hâzır bulunalım” dedi. Seyyid Ebü’l-Vefa bu teklifi kabul etti. Gece vaki olunca, hocası ve Seyyid Ebü’l-Vefâ sahraya çıktılar. Orada bir çok evliyamı ibâdet ettiklerini, niyazda bulunduklarır gördüler. Onlar da bu grubun içine gire rek, ibâdetle meşgul olmaya başladılar.
Bu esnada gök gürültüsünü andıra, bir ses duyuldu. Ondan sonra, nurdan bı taç zahir oldu. Onun ışığı her tarafı aydınlattı. O nurdan taç, Allah dostu velîler doğru geldi. Orada bulunanlar ona ellerini uzattılar ise de, ona erişemediler. Nurda taç, en sonunda Ebü’l-Vefâ hazretlerim mübarek başına indi. Hocası bunun üzt rine; “Cenâb-ı Hak’dan gelen bu taç san mübarek olsun, ey Tâc-ül-ârifîn” dedi. Orada bulunanlar da Ebü’l-Vefâ’ya, Tâc-ül-ârifîn dediler. Tâc-ül-ârifîn ismini ala ilk zât, Ebü’l-Vefâ hazretleridir.
Comments (0)
To leave or reply to comments, please download free Podbean or
No Comments
To leave or reply to comments,
please download free Podbean App.